Gittin bizden... Ardınca düşlerimizi, gülüşlerimizi de alıp hemde...
Daha farkedemeden varlığını, alamadan varlığının tadını bizi bize bırakıp gittin...
Senin edebiyatını yapıp kalpazanlık edenlere, senin namına konuşup milyonları yönetenlere bırakıp gittin...
Ne yana dönsek yokluğunun izi, ne yana baksak sensizliğin boğucu sisi var... Gitti... Hem de hiç veda bile etmeden, bir mevsim gibi geçip gittin...
Sen de yoksan...
Senin varlığının hayatımıza kattığı anlam da yoksa...
Yazacak ne kaldı?
Artık umurunda olmasa da terkedip gittiğin buralar bilesin ki seni o kadar özlüyor ki!
Sensizlik, senin adını anarak yapılan hadsizlik, şerefsizlik, karaktersizlik dizboyu... Senin yokluğun bal idi, sana inananların azalması da kaymak oldu onlara... Ne zaman hatırlasam seni, ne zaman aklıma düşsen dolar gözlerim...
Ey aşk...
Sen de yoksan...
Yazacak ne kaldı?
Sevdiceğinin elini tutarken yüzü kızaran neslin torunları artık seni amaç değil araç olarak görüyorlar diye miydi firarın bilmem ama...
Yokluğun bu şehre doldu taştı... Sığmıyor yokluğun kalabalıklara, yüreğimin tenhaları buz tuttu...
Deryalar almadı sensizliği, dağlar kaldıramadı...
Irmaklar taştı, yürekler med cezir...
Ey aşk...
Biz ettik sen etme...
Gel...
Dokun ilahi ellerinle katılaşmış, taş kesmiş kalplere, iniver ilahi bir emir gibi yüreklere...
Gel ey aşk...
Şimdi, hele şimdi öylesine sana aç, öylesine susuzuz ki...
Ey aşk...
Sen yoksan, yazmak da yok...
Yaşamak da!
Haydi dön artık...