|
Sadece bir gece!?:/
Nicedir görmediğim bir rüyayı rahmine hapseden gecenin koynundayım hala... Sıcacık bir yatak gibi ayartan, salmayan bir gece...
Nicedir duymadığım bir tatlı çığlığı göğsünde eriten gece...
Kızıl kıyametler kopsa umurunuza değmeyecek denli derin bir uykuyla sarıp sarmalanmış ve tek hatırlanası yanı o rüya olan...
Sadece bir gece...
Sadece bir gece değil elbet!
Bir ömür hazzı duyulası, unutulamayası bir rüyaya sahip bir gece...
Sadece bir gece...
Ama bin geceye bedel, yalnızlıkları gizemiyle, o muhteşem finaliyle sarıp sarmalayan, kuşatan bir gece...
Hafiften hışırdadı yerde yapraklar, ardından bir adım sessiz ve derinden... Deniz çekildi ve gök eğildi... Vakur dağların zirvesi titredi aşktan...
Tanrısına arzulu kul yaklaşırken mabede, mahcup ve saygıyla; tapınağın kapısında belirdi arzulanan...
Tepeden tırnağa ihtişam, yerden göğe muhteşem bir ayin için hazırlandı zaman... Ve hakikat soyundu, düş en koyusuna çekildi görülmenin... Hafiften hışırdadı yapraklar ve toprak titredi... Tohumlar kaçıştı köşe bucağa, kul girerken tapınağa...
Tanrı gülümsedi...
Deniz, rüzgar, dağ sustu...
Kul öyle bir huşu içinde kapandı ki mihraba; deniz çekildi, gök eğildi, yer titredi bir an...
Ve gece...
Maviye kesti tüm düşü...
Artık duyulan ne bir ses, ne bir nefesti... Tanrısına kavuşan kul pürhis, sarhoş ve mecnun koşarken vuslata; en derin maviydi kuşatan tapınağı...
Öyle bir geceydi...
Tanrı mutlu, tapınak coşkun, deniz ve gök sessiz, dağ törenin ihtişamından titriyordu...
Sadece bir gece değildi yaşanan...
Sıcacık bir yatak gibi ayartan, salmayan bir gece...
Nicedir duymadığım bir tatlı çığlığı göğsünde eriten gece...
Kızıl kıyametler kopsa umurunuza değmeyecek denli derin bir uykuyla sarıp sarmalanmış ve tek hatırlanası yanı o rüya olan...
Sadece bir gece...
Sadece bir gece değil elbet!
Bir ömre bedeldi...
|