
Çocuklar vardı; cıvıl cıvıl kuşlar gibi şakıyan...
Çiçeklenmiş ağaçlar gibi şen, sulanmış ırmaklar kadar coşkulu, bekleyen deniz gibi özlem dolu...
Aylardan Ağustos, günlerden bayramdı...
Çocuklar vardı; son 60 yılın kurağında açlığın pençesinde çocuklar... Ama cıvıldamayan, inleyen çocuklar!
Ağaçlar değil çiçek açmak, gölge vermekten aciz, ırmaklar sudan yoksun, deniz sadece gözyaşlarından...
Aylardan Ağustos, günlerden bayram!
Eylül aradı...
"Baba kahvaltıya gelir misin?"
Baba yüreği durur mu?... Kızıyla kahvaltı edecek... Ve bayram!
O küçücük dünyalarda bile bayram o eski heyecanlardan öylesine uzak ki!
Sokaklarda çocuklar, ellerinde çatapatlar... Tabancalı çocuklar, savaş oyunları oynayan çocuklar, birbirine pusu kuran, öldürmeye talimlenen çocuklar...
Zıpzıplar, topaçlar yok!
Kızlar çember oynamıyor, misket oynamıyor mahallenin haylazları...
Çocuklarımız ölüm kokuyor...
Çocuklarımız cennet kokardı eskiden; Tuba meyveleri gibi misler içindeydiler... Çocuk gibi bakmıyorlar artık, çocuk gibi duymuyor, yaşamıyorlar...
İsraf ettiklerimiz bunların kanıtı...
Uzaklarda bir çocuk can veriyor; acıyla büyümüş yaşlı gözlerle bir ana, başında sessiz bir çığlık atıyor...
Bizim çocuklar ise yarısını yediği ekmeği atıyor sokağa...
Çocuklar çocuk değil...
Bizim bayramlarımıza gittim o an...
Sabah ezanla kalkılan, babyla beraber namaza gidilip fırından sıcacık ekmeklerin alınıp ailecek kahvaltıya oturulan bayramlar... Mis gibi bayramlıkların çekildiği ve ellerin öpüldüğü; riyasız, çıkarsız ve mutlu...
Şimdi eller şeklen öpülüyor...
Şimdi bayramda çocuklar tabancalarla oynayıp, birbirine pusu kuruyor...
Tıpkı büyük amcaları gibi...
Hazin ama gerçek...
Uzaklarda bir çocuk daha can bırakıyor kızgın çöle...
Başında gözü yaşlı ve açlıktan sesi bile çıkmayan bir anne inliyor!
Ağaçlar gölgesiz, pınarlar susuz ve acı denizi...
Bu mu bayram?