Derin bir uykudaydı şehir...
Etrafını çevreleyen yedi tepe uykudaydı, gök ve deniz de... Göklere ilahi bir siluet gibi yükselen minarelerin mahyalarından yayılan ışık şehre yeni bir günün haberini müjdelemeye hazırlanıyordu...
Hayatın belki de en çekilir halinin hazzederek hazmetmeye durmuş şehrin kuytularında birkaç serserinin şarap için itiş kakışı dışında huzuru bozucu en ufak birşey yoktu...
Aniden yer homurtuyla uyandı ve silkindi hafiften... Deniz kabardı ve dev dalgalarıyla kıyıları dövmeye başladı inatla ve öfkeyle... Binalar, koca koca devasa gökdelenler ve insanların modern mabetleri zangır zangır titriyordu yerin azametli uyarısı ile...
İnsanlar derin uykularındaydı...
Uyananlar ve ya zaten uyanık olanlar derhal bulundukları yerden kendilerini dışarıya atabilmenin telaşındaydılar...
Uykuları derinler bu sarsıntıyı değil koca bir bombanın infilakini andıran gürültüye bile talimli kulaklarının üzerine yatmış olmalılarki hiç bir tepki vermiyorlardı...
Gökyüzüne kafasını kaldıranlar yıldızların bilinmeyen bir karanlığa gömüldüğünü ve koca atlasın karakızıl bir libasa büründüğünün farkına varacaklardı... İçler titriyor ve arz duaya duruyordu... İnsanların büyük bölümü uyuyordu...
Sarsıntı daha da arttığında birtakım insanlar daha uykularından sıyrılarak kendilerini ve sevdiklerini bulundukları yerden dışarı atmayı başarmışlardı... Korkunç bir sallantıyla şehir uyanmıştı... Deniz daha haşin ve öfkeli dalgalarıyla şehrin kıyılarını döverek sanki ondan intikam almak istermişçesine gözükara saldırıyordu...
Şehir kabus dolu bir gece yaşamaktaydı... Uzun yıllar boyu beklenen bu kabus kapıyı çalmıştı... Koca koca binalar kağıt gibi devriliyor ve altında bıraktığı insan ve canlılara mezar olmak üzere yerle bir oluyordu... Şehir hiçbir tepki veremiyordu... Deniz gittikçe hiddetleniyor ve daha korkunç bir şekilde saldırıyordu kıyıya... İnsanlar artık kaçışıyorlardı... Yollar büyük yarıklarla ayrılıyor, köprüler dehşet enstantaneleri eşliğinde sulara gömülüyor ve şehrin büyük bölümündeki devasa ve azametli yapılar yerle bir oluyordu... Arzın isyanıydı bu...
Tarihler Ekim ayının 18'ini göstermekteydi...
Şehir beklenen kabusu yaşamaktaydı ve insanlar çaresiz kaçış yolları aramaktaydı beyhude... Tüm acil eylem planları kucakta kalmış, kriz merkezlerine ulaşım ve iletişim fos çıkmıştı...
Sadece saniyeler içinde koca şehir yere teslim olmuştu...
Sirenler çalıyor ve bir müddet sonra soluğu kesilip susuyordu...
Tüm bağlantı kesilmişti...
Şehir sessizliğe gömülmüştü... Ayakta tek tük yapılar kalmıştı ki arzın son bir gayretle silkinmesi ile onlar da yerle yeksan olmaya durmuştu... Şehir karanlığa ve sessizliğe teslim olmuştu... İnsanların çığlıkları dahi duyulmayacak derecede kısılmıştı...
Koca şehir artık bir koca tarla haline dönmüştü...
Arz son bir defa daha titreyerek sustu...
Homurtular dinmiş, deniz sakinleşmişti...
Şehir yoktu artık...
Gök yeniden yıldızlı kostümünü giyip yatağına dönmüştü...
Kabus acı bilançoyla sona ermişti...
Şehre girmek isteyenler ulaşımın ana damarlarının tıkanmış ve kapanmış olmasından dolayı epey zorlanıyorlardı...
Sabahın ilk ışıklarıyla şehir kalıntısının üzerinden keşif uçakları geçti... Bir müddet sonra ilaçlama uçakları koca harabeyi ilaçlayarak çekildi...
Bir efsanenin sonuydu bu...
Bilgisiz, haris bir yapılaşmanın kurbanıydı rüya şehir...
Ve insanlarıyla birlikte tarihe gömülmüştü...
Deniz ve gök yastaydı...
Şehir ardında bıraktıklarına yas tutmaya bile imkan bırakmayan bir sarsıntıyla tarih olmuştu...